ŞAFİİ el-UMM

MÜRTED

 

MÜRTED İLE İLGİLİ İHTİLAFLAR

 

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: Bazıları şöyle demişlerdir: "Bir kadın İslam'dan dönerse hapsedilir, öldürülmez."

 

Ben de bu görüşü savunanlara dedim ki: Bu dediğin bir rivayete mi dayanıyor, yoksa kıyas mı yapıyorsun?

Dedi ki: "İbn Abbas 'tan gelen bir rivayete dayanıyor. Ki İbn Abbas ilim ehlinin en iyilerindendir ve bu hususta söz söyleyecek yetkinliğe sahiptir."

Dedim ki: Bunu diyen yanılıyor. Çünkü aynı düzeydeki ilim ehlinden, bu görüşü geçersiz kılan çok daha fazla rivayet vardır.

 

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: Sizin bazı hadisçileriniz Ebu Bekir (r.a.)'ın, İslam'dan dönen kadınları öldürdüğünü rivayet etmişlerdir. Eğer, ancak hadis ilmi ehline göre zayıf sa bu rivayetler onları delil olarak gösteremeyiz.

 

Dedi ki: Ben bunu sünnete kıyas yaparak söylüyorum. Dedim ki: Bunu hatırlıyorum.

Dedi ki: Resulullah (s.a.v), daru'l-harb'deki kadınların ve çocukların öldürülmemesini emretmiştir. Eğer kadınlar daru'l-harb'de öldürülmüyorlarsa kendileriyle ilgili İslam'ın dokunulmazlığının sabit olduğu daru'lİslam'da öldürülmemeleri çok daha evladır.

 

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: Ona dedim ki: Daru'lharb'in hükmü daru'l-İslam'ın hükmüne benzer mi?

Dedi ki: Aralarında ne fark var?

Dedim ki: Aralarında fark olduğunu sen söylüyorsun. Dedi ki: Nerede?

Dedim ki: Sana göre pir-i fani ve inzivaya çekilmiş bir rahip, daru'lharb'de öldürülür mü?

"Hayır" dedi.

Dedim ki: Peki, bir adam irtidat ederek rahip olursa veya irtidat edip inzivaya çekilirse onu öldürür müyüz? "Evet" dedi.

Dedim ki: Niçin? Bunlar da daha önce İslam'ın dokunulmazlığına sahipken sonra kafir olmadılar mı? Niye kanlarını dokunulmaz saymıyorsun?

Dedi ki: Çünkü bunları öldürmek bir had cezasının uygulanmasıdır, benim bu cezayı geçersiz kılma yetkim yoktur.

Dedim ki: Gördün mü had ile ilgili olarak verdiğin hükmü? Şimdi biz bu hükmü kadınlarla ilgili olarak ıskat edebilir miyiz? Ya kısas, el kesme, recm ve celde cezalarının uygulanması için ne dersin? Müslüman kadınlarla Müslüman erkekler arasında bu hususta bir fark var mıdır?

"Hayır" dedi.

Dedim ki: O halde hangi gerekçeyle irtidat eden kadına irtidat haddini uygulamıyorsun?

 

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: (Yine) ona dedim ki: Daru'l-harb'den bir kadının malını ganimet olarak alır mısın, onu esir eder misin, cariye olarak alıkoyar mısın?

"Evet" dedi.

Dedim ki: Peki, bunu daru'l-İslam'daki mürted kadına uygular mısın?

"Hayır" dedi.

Dedim ki: O halde iki açıdan birbirlerine benzemeyen şeyleri nasıl birbirleriyle kıyas edebi1iyorsun?

 

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: Bazıları şöyle demişlerdir: Bir adam İslam'dan döner ve bundan dolayı öldürülürse veya irtidat üzere ölürse yahut kaçıp daru'l-harbe sığınırsa, mirasını Müslüman mirasçıları arasında paylaştmrız. Belli bir süre için aldığı borçlarını öderiz. Sahip olduğu ümmü veledleri ve azat oluşlarını kendi ölümüne bağladığı kölelerini azat ederiz. Eğer adam tekrar İslam'a dönerse, daha önce verdiğimiz hiçbir hükümden dönmeyiz. Ancak mirasçılarından birinin yanında hala malından bir şey kalmış sa onu kendisine iade ederiz, çünkü onun malıdır. Ama miras payı olarak mirasçılarına verdiğimiz malın mirasçılar tarafından harcanan kısmının tazminini öngörmeyiz.

 

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: Bu görüşü savunanların en yüksek konumunda olan birine dedim ki: Sana göre ilmin dört aslı vardır. Bu usullerden en gereklisi ve her zaman esas alınıp terk edilmemesi gerekeni de Allah'ın Kitabı ve Peygamberi (s.a.v)'nin sünnetidir. Ama görüyorum ki sen bunların hilafına hareket ediyorsun. Sonra, sana göre Kitap ve Sünnetten sonra esas alınan ilmi usul, kıyas ve akıldır. Ama sen kıyas ve akla da muhalefet ediyor, bu konuda çelişkili bir söz söylüyorsun!

 

Sonra, benim yaptığım değerlendirmeyi daha da güçlü kılan şeyler söyledi. Bunun üzerine ona dedim ki: Yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Senden fetva istiyorlar. De ki: Allah, size 'keliile (babasız ve çocuksuz kimse)'nin mirası hakkında hükmünü açıklıyor: çocuğu olmayan bir kişi ölür de kız kardeşi bulunursa, bıraktığı malın yarısı onundur. Eğer kız kardeşi ölür ve çocuğu da bulunmazsa, erkek kardeş ona varis olur. Eğer kız kardeşler iki iseler, (erkek kardeşin) bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Eğer kardeşler erkekli kızb iseler, o zaman (bir) erkeğe, iki kızın hissesi kadar (pay) vardır. Sapmayasınız diye Allah size (hükmünü) açıklıyor. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir." (Nisa, 176) Bunun dışındaki diğer miras ayetleri de göz önünde bulundurulabilir. Bu ayette yüce Allah'ın, yaşayanları, ölen kimselerin hayattayken sahip oldukları mallara sahip kıldığını görmüyor musun? "Evet" dedi.

Dedim ki: Hayatta olanlar ölenlerden farklıdır değil mi? "Evet" dedi.

Dedim ki: Peki, şuna ne dersin; bizim sınır birliklerimizden birindeyken irtidat eden biri düşman (ehl-i harb) birliklerinin gözcü grubuna katılsa, böylece bizimle savaşsa veya rahip olarak kendini riyazete verse yahut inzivaya çekiIse bu yüzden yaşadığı bilinmese, yaşadığı halde bu adam hakkında nasıl ölüymüş gibi hüküm verirsin? Bunu bir rivayete göre mi, yoksa kıyas yaparak mı söylüyorsun?

Dedi ki: Benim dediğim, rivayete dayanıyor.

Dedim ki: Ömer b. Hattab ve Osman b. Affan'ın, kocası kayıp bir kadın hakkında dört sene kendisini gözetim altında tuttuklarını, sonunda iddet beklemesini istediklerini ve adamın malıyla ilgili olarak herhangi bir hüküm vermediklerini nasıl bilmezsin?

Sonra dedim ki: Subhanallah! Bu adam hakkında ölmüş gibi bir hüküm vermek caiz olur mu? Kaldı ki bu adamın ölmüş olması daha galip bir ihtimalken? Çünkü (az bir ihtimal de olsa) adam ölmemiş olabilir. Böyle bir durumda, ancak yakine göre hüküm verilir. Sen ise aynı gün içinde tamamen kendi şahsi görüşüne dayanarak adam hakkında ölmüş hükmü veriyorsun, sonra da hakkında çelişkili sözler söylüyorsun!

Dedi ki: Bu görüşü esas alıp onu yakalayarak öldürmeme ne dersin? Dedim ki: Yakaladığın halde onu öldürmeyebilirsin. Mesela saçma sapan konuşmasına sebep olan Zatu'l-Cenb hastalığına yakalanmış olabilir veya (sonradan) dilsiz olabilir. Böyle birini, kendine gelinceye kadar öldüremezsin. Kendine geldiğinde de tevbeye davet etmek durumundasın. "Evet" dedi.

Dedim ki: Sence, onu yakalayıp öldürdüğünde, sen henüz onu yakalamamış ve öldürmemişken ona ölü hükmünü vermen mi gerekir? Çünkü onu yakaladığın zaman öldürmeyebilirsin, onu yakaladıktan sonra tevbe debilir veya dilsizlik hastalığına yakalanabilir.

Dedi ki: Ben şöyle derim: Adam irtidat edip daru'l-harbe katılırsa, onun hükmü ölümdür.

Dedim ki: Habersiz yaşayana ölü denebilir mi? Eğer bu senin için caiz olursa senden başkası için de benzeri caiz olur. Ayrıca artık cahiller de helal ve haram hakkında konuşmaya başladar.

Dedi ki: Böyle yapmaları doğru değildir. Dedim ki: Niçin?

Dedi ki: Çünkü ilim ehlinin Kitaba, sünnete, üzerine icma edilmiş bir kurala, rivayete, kıyasa ya da makule göre konuşmaları gerekir. İnsanların bildiği başka şeylere göre konuşamazlar. Ancak bunları Kitap, sünnet, icma veya rivayetin birbirinden ayırması başka. Kıyasta ihtilaf olması caiz değildir.

Dedim ki: Bu sünnet midir? "Evet" dedi.

Dedim ki: O zaman bu dediğin Kitaba, kıyasa ve akla aykındır.

Dedi ki: Neresi kıyasa aykındır?

Dedim ki: Sence, bu adam irtidat edip daru'l-harbe katılırsa ve sen de onun hakkında ölüm hükmünü vermek zorunda olduğunu düşünürsen, bu adam döndüğünde hükmü geri almak zorunda kalırsın. Çünkü sen bu hükmü verdiğinde adam o sene gelirse hükmü terk edersin ve malı hakkında on sene boyunca bir karar veremezsin. Sonra adam tevbe ederek gelirse ve malını senden isterse, sen de onun malı hakkında ölüm hükmü verdiğin halde malı ona teslim edersin. Sana şöyle der: "Bu malı on sene sonra bize vermen gerekir."

Dedi ki: Bu malı onlara vermem, malın sahibi, diğerlerine göre hak sahibidir.

Ona dedim ki: Eğer malı daha önce verdiğin kimseler deseler ki:

"Malı bize vermek zorundasın, malı bize vermenden başkası helal olmaz. Eğer ancak adamın ölmesi durumunda bunu yapman gerekiyorsa, biz bu durumda malı, bize verdiğin kısmını sana da, bize de helal olmayan bir durumda iade etmiş oluruz.

 

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) dedi ki: Ona dedim ki: Düşün, diyelim ki, onun hakkında ölüm hükmü verdin, o hüküm mutlaka uygulanması gereken bir hüküm müdür? Yoksa onun hakkında verilen bu hüküm, dönmesine kadar durdurulmuş mudur?

Dedi ki: Bunu kesinleşmiş bir şekilde söyleyemem.

Dedim ki: Yoksa hükmü gerekli kılan ve bizim de tabi olmamız gereken bir hükme dayanarak mı ayırım yapıyorsun? "Hayır" dedi.

Bunun üzerine dedim ki: Sana göre bu şekilde davrananların tavrı doğru mudur?

"Hayır" dedi.

Dedim ki: Şu sözüne de bir bakar mısın? "Üç sene sonra ödemek üzere borcu varsa ve bu adam daru'l-harbe katılırsa, alacaklının borcunu, miktarı yüz bin dinar olan alacağını öderim. Ümmü veled olan cariyelerini, işlerini yürüten köleleri azat ederim. Mirasını da oğulları arasında payederim." Diyelim ki her birine bin dinar düştü. Bunlardan biri payını tüketti. Diğeri ise olduğu gibi korudu. Sonra adam aynı gün veya ertesi gün tekrar Müslüman olmuş olarak geri dönüp dedi ki: "Malımı geri ver. Bunlar benim ümmü veledlerim, şunlar işlerimi yürüten kölelerim. Şu da benim alacaklım, bendeki alacağını olduğu gibi gösterebilir, çünkü hiçbir değişiklik yapmadım. Şunlar da benim iki oğlum. Birinin yanındaki malım olduğu gibi duruyor, öbürü ise bana sırt dönüp malımı tüketmiş." Şimdi sen ne yaparsın?

Dedi ki: Ona şöyle derim: Bir kere hüküm verildi ve artık geri dönülmez. Ama malını tüketmeyen oğlunun elindekini verebilirim.

Dedim ki: Adam sana, "Neden malımın tamamını değil sadece bu kısmını veriyorsun?" derse ne yaparsın?

Dedi ki: Derim ki, bu bizzat senin malındır.

Dedim ki: İşlerini yürüten köleler, ümmü veledler ve vadesi henüz dolmamış borçları da aynıyla onun malıdır, onları da ver.

Dedi ki: Veremem, çünkü hüküm verildi ve uygulandı. Dedim ki: Oğullarına verdiklerin de uygulandı ama?

"Evet" dedi.

Dedim ki: Bir tane hüküm verdin. Eğer doğru olan, hükmü uygulamaksa tümünü uygula, şayet doğru olan, malı iade etmekse tümünü iade et.

Dedi ki: Aynıyle bulduğum malı iade edebilirim.

Dedim ki: O halde vadeli borcunu, işlerini yürüten kölelerini ve ümmü veledlerini de iade et.

Dedi ki: Varislerinin yanında olduğu gibi duran mallarını ancak iade edebilirim.

Dedim ki: Sence bu bir cevap mıdır? Ancak, "Sünnet nerede kaldı?" diyebildi.

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: Ona dedim ki: Bize Malik, İbn Şihab'dan; o, Ali b. Hüseyin'den; o, Amr b. Osman'dan; o da Usame b. Zeyd'den Resulullah (s.a.v)'in şöyle buyurduğunu rivayet etti: "Müslüman, kafire mirasçı olmaz. "

 

Tahric: Muvatta, 2/519.

 

 

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: Bize Süfyan anlattı: O, Zühri'den; o, Ali b. Hüseyin'den; o, Amr b. Osman'dan; o, Usame b. Zeyd'den; o da Resulullah (s.a.v)'den benzeri bir hadisi rivayet etmiştir.

 

Tahric: Buhari, 4/243; Müslim, 3/1233.

 

 

Dedim ki: Bu durumda mürted, kafir midir, yoksa Müslüman mı?

Dedi ki: Kafirdir, zaten bundan dolayı hakkında ölüm hükmünü verdik.

Dedim ki: Sen sünnetin şu hükmünü duymadın mı: "Müslüman, kafire mirasçı olmaz?"

Dedi ki: Biz Ali b. Ebu Talib'den rivayet ettik ki: "O, öldürdüğü bir mürtedin mirasını Müslüman mirasçıları arasında taksim etmiştir."

Dedim ki: Sana ve senden başkalarına duyuruyorum ki, Ali b. Ebu Talib'den rivayet edildiğini iddia ettiğiniz haber yanlıştır. Hadis hafızları bunu hadisler kapsamında rivayet etmemişlerdir.

Dedi ki: Bu rivayeti güvenilir kimseler aktarmıştır. Biz bir şeye delile dayalı olarak yanlış deriz, bu ise zandır.

Dedim ki: Güvenilir biri olan es-Sakafi, Cafer b. Muhammed'den; o, babasından (r.a); o da Cabir'den rivayet etmiştir ki: Resulullah (s.a.v), şahid olduğu halde yemin de edilmesine hükmetti.

 

Tahric: Muvatta, 1/721;Tirmizi, 3/619; ibn Mace, 2/793.

 

 

Dedim ki: Hadis hafızları "Cabir"i zikretmemişler. Bu da gösteriyor ki bu yanlıştır. Şimdi biz senin delilini sana karşı kullansak ve desek ki: "Bu zandır, es-Sakafi (aksini yapsa da, kuşkuya düşse de) güvenilirdir, ne dersin?"

Dedi ki: İnsaf1ı davranmamış olursun.

Dedim ki: Sen de insaflı davranmadın. Çünkü hadis hafızlarının mürtedin malının payedilmesini içermeyen bu hadisi Ali (r.a)'dan rivayet ettiklerini söyledin. Ben de bunun yanlış olduğunu söyledim. Ama sen bunu delilolarak kuIlandın.

Dedi ki: Peki, bu rivayet sabit olursa ne yaparsın?

Dedim ki: Bizim de, senin de, ilim ehlinin de temel ilkesi şudur: Bir şey Resulullah (s.a.v)'den sabit olduğu zaman, başkalarından sabit olan aksi bir şey -sayısı çok olsa da- delilolamaz.

"Evet" dedi ve şunu ekledi: Ama ben diyorum ki: Resulullah (s.a.v)'in "Müslüman, kdfire mirasçı olmaz. " sözü, hiç Müslüman olmayan kastedilmiş olabilir.

 

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: Dedim ki: Bunu hadisten bir delile dayanarak mı söylüyorsun?

"Hayır, ama Ali (r.a.) bunu daha iyi bilir." dedi.

Dedim ki: Ali (r.a.) bunu Resulullah (s.a.v)'den mi rivayet etti? Eğer Resulullah (s.a.v)'den rivayet etmişse, biz şöyle diyoruz: "Ali, Resulullah (s.a.v)'den rivayet ettiği her şeyin manasını bilirdi, dolayısıyla senin dediğine yönelik bir tevcih olabilir?"

Dedi ki: Bunu Resulullah (s.a.v)'den rivayet ettiğine dair bir şey bilmıyorum.

Dedim ki: Bunu duymamış olması da mümkün müdür? "Evet" dedi.

 

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) şöyle dedi: Ona dedim ki: Sence bunda senin görüşünü destekleyecek bir delil var mı?

"Hayır, böyle bir şeyden Ali (r.a)'ın haberinin olmamış olması kuşkusu da var elbette." dedi.

Dedim ki: Ama sen kuşku değil de kesin bir rivayet olarak aktanyordun?

 

Rivayete göre Resulullah (s.a.v), Birva binti Vaşık için eşlerinin mehri / mihri miktarınca mehir almasına hükmetmiştir. Birva mehirsiz nik:1hlanmış, Peygamberimiz (s.a.v) bunun aksine hükmetmiş ve o da duymuştu.26!

 

Tahric: Ebu Davud, 2/588; Tirmizi, 3/441-442; İbn Mace, 1/609; Sünen, Said ibn Mansur, 1/266.

 

 

Ali (r.a)'ın sözünün benzerini İbn Ömer, Zeyd b. Sabit ve İbn Abbas da demiştir.

Dedim ki: Hiçbirinin delili yoktur. Hz. Peygamber (s.a.v)'den aktarılan sözde de.

Dedim ki: Eğer biri sana dese ki: Bunu Zeyd'in, İbn Ömer'in ve İbn Abbas'ın demiş olması mümkündür. Çünkü onlar Resulullah (s.a.v)'in, Birva'nın kocasının nik:1h akdinden sonra mehrini belirlediğini biliyorlardı. Bundan dolayı Ma'kel, nik:1h akdinin mehrin belirlenmesinden sonra olduğunu hıfzetmiş. Bunlar da mehrin belirlenmesinin duhuldan (cinsel birleşmeden) sonra olduğunu düşünmüşler.

Dedi ki: Hadiste Ma'kel'den söz edilmiyor. Bunlar da rivayet etmemişler ki onun rivayetine göre fikir beyan etmiş olsunlar. Bilakis biz bu konuda bir rivayet ortaya çıkıncaya kadar görüşümüze göre böyle diyoruz, demişlerdir.

 

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) dedi ki: Niçin Ali'den mürtedle ilgili olarak rivayet ettiğin de böyle olmasın?

Ona dedim ki: Muaz b. Cebel, Müslümanı k:1fire mirasçı yapardı, Muaviye, İbn Müseyyeb, Muhammed b. Ali ve başkaları da. Bazıları şöyle demişlerdir: Biz onlara mirasçı oluruz, ama onlar bize mirasçı olamazlar. Nitekim kadınları bizlere helaldir, ama bizim kadınlarımızın onlarla evlenmesi helal değildir.

 

Tahric: Ebu Davud, 3/329; Sünen, Darimi, 2/267; Sünen, Said b. Mansur, 1/86.

 

 

Biri sana dese ki: Muaz b. Cebel, Resulullah (s.a.v)'in ashabından ilim sahibi biridir. Resulullah (s.a.v)'in "Müslüman, kafire mirasçı olmaz. " hadisinin putperestlerle ilgili olması muhtemeldir. Çünkü hükümlerin çoğunluğu onlarla ilgilidir. Mesela onların kadınlarıyla  evlenmek helal değildir. Ama bir Müslüman ehl-i kitaptan kafirlere mirasçı olabilir. Çünkü onlardan bir kadınla evlenmesi caizdir.

Dedi ki: Böyle diyemez. Hadis, onun işaret ettiği anlamın fazlasını içeriyor. Muaz, hadisin içermesi muhtemel olan bir görüşü ifade etmiş olsa da hüccet değildir. Çünkü bu sözünde hadis rivayet etmiyor.

Dedim ki: O zaman biz de sana şöyle deriz: Muaz bunu bilmiyor ve Usame b. Zeyd rivayet ediyor öyle mi?

"Evet" dedi. İman edip Resulullah (s.a.v)'in ashabı olmadan önce ifade edilip uygulanmış bir sünneti bilmeyebilir. Buna karşılık ondan daha sonra Müslüman olan ve sünnetin varid olduğu esnada sohbette bulunan bir başkası bilebilir.

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) dedi ki: Ona dedim ki: O zaman bunu niye mürtedle ilgili konuda söylemiyorsun?

 

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) dedi ki: Burada konuşma bitti. Bir süre sonra şöyle dedi: Peki, sen niye mürtedin malı ganimet olur, diyorsun?

Dedim ki: Yüce Allah, müminin kanını ve malını, daima taşıması gereken bir özellikten (imandan) dolayı haram kılmıştır. Kafirin kanını ve malını da cizye vermesi veya bir süreliğine eman verilmiş olması hariç, mubah kılmıştır. Buluğ çağına ermiş müşrikin kanının mubah olmasını gerektiren şey, malının da mubah olmasını gerektirir. Mal, maldan daha önemli ve değerli olan şeye tabidir.

 

Mürted de İslam'dan çıkınca, küfürden dolayı kanı mubah olan biri olur, başka bir şeyden değiL. Malı da zaten kanının hükmüne tabidir. Yani kanının mubah olmasını gerektiren şeyden dolayı malı da mubah olur. Yani İslam akdinin çözülmesi neticesinde kanı mubah ve malı da alıkonuyor değildir, küfre girmesinden dolayı oluyordur.

 

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) dedi ki: Bunun üzerine dedi ki: Mürtedi daru'l-harb ehline benzetmiştin. Şimdi ise bir hususta onları birleştiriyor, bir hususta da ayınyorsun.

Dedim ki: Nedir bu?

Dedi ki: Mürted ölmedikçe veya yakalayıp öldürmedikçe malını ganimet saymıyorsun. Oysa daru'l-harbe mensup biri ölmeden veya yakalayıp öldürmeden malını ganimet alabiliyorsun

 

İmam Şafii (Allah rahmet etsin) dedi ki: Ona dedim ki: Daru'l-harb ehliyle ilgili iki hüküm var: Bunlar ya kendilerine davet ulaşmış kimselerdir, bu takdirde bunlara saldınr, davet etme gereğini duymadan mallarını alınm, onları öldürmesem de. Ya da kendilerine davet ulaşmamış kimselerdir, bu durumda da onları İslam'a davet etmedikçe üzerlerine saldırmam, davet etmedikçe malını ganimet olarak almam. Daveti reddederse kanı da, malı da helal olur. Mürtedle ilgili de davet gerekli olduğu için davet edilmedikçe malı ganimet olarak alınmaz. Daveti reddedince de öldürülür ve malı da ganimet olarak alınır.

 

Sonraki için tıkla:

 

CENAZE'NİN YIKANMASI