MÜRTED İLE İLGİLİ
İHTİLAFLAR
İmam Şafii (Allah rahmet
etsin) şöyle dedi: Bazıları şöyle demişlerdir: "Bir kadın İslam'dan
dönerse hapsedilir, öldürülmez."
Ben de bu görüşü
savunanlara dedim ki: Bu dediğin bir rivayete mi dayanıyor, yoksa kıyas mı
yapıyorsun?
Dedi ki: "İbn Abbas
'tan gelen bir rivayete dayanıyor. Ki İbn Abbas ilim ehlinin en iyilerindendir
ve bu hususta söz söyleyecek yetkinliğe sahiptir."
Dedim ki: Bunu diyen
yanılıyor. Çünkü aynı düzeydeki ilim ehlinden, bu görüşü geçersiz kılan çok
daha fazla rivayet vardır.
İmam Şafii (Allah rahmet
etsin) şöyle dedi: Sizin bazı hadisçileriniz Ebu Bekir (r.a.)'ın, İslam'dan
dönen kadınları öldürdüğünü rivayet etmişlerdir. Eğer, ancak hadis ilmi ehline
göre zayıf sa bu rivayetler onları delil olarak gösteremeyiz.
Dedi ki: Ben bunu
sünnete kıyas yaparak söylüyorum. Dedim ki: Bunu hatırlıyorum.
Dedi ki: Resulullah
(s.a.v), daru'l-harb'deki kadınların ve çocukların öldürülmemesini emretmiştir.
Eğer kadınlar daru'l-harb'de öldürülmüyorlarsa kendileriyle ilgili İslam'ın
dokunulmazlığının sabit olduğu daru'lİslam'da öldürülmemeleri çok daha evladır.
İmam Şafii (Allah rahmet
etsin) şöyle dedi: Ona dedim ki: Daru'lharb'in hükmü daru'l-İslam'ın hükmüne
benzer mi?
Dedi ki: Aralarında ne
fark var?
Dedim ki: Aralarında
fark olduğunu sen söylüyorsun. Dedi ki: Nerede?
Dedim ki: Sana göre
pir-i fani ve inzivaya çekilmiş bir rahip, daru'lharb'de öldürülür mü?
"Hayır" dedi.
Dedim ki: Peki, bir adam
irtidat ederek rahip olursa veya irtidat edip inzivaya çekilirse onu öldürür
müyüz? "Evet" dedi.
Dedim ki: Niçin? Bunlar
da daha önce İslam'ın dokunulmazlığına sahipken sonra kafir olmadılar mı? Niye
kanlarını dokunulmaz saymıyorsun?
Dedi ki: Çünkü bunları
öldürmek bir had cezasının uygulanmasıdır, benim bu cezayı geçersiz kılma
yetkim yoktur.
Dedim ki: Gördün mü had
ile ilgili olarak verdiğin hükmü? Şimdi biz bu hükmü kadınlarla ilgili olarak
ıskat edebilir miyiz? Ya kısas, el kesme, recm ve celde cezalarının uygulanması
için ne dersin? Müslüman kadınlarla Müslüman erkekler arasında bu hususta bir
fark var mıdır?
"Hayır" dedi.
Dedim ki: O halde hangi
gerekçeyle irtidat eden kadına irtidat haddini uygulamıyorsun?
İmam Şafii (Allah rahmet
etsin) şöyle dedi: (Yine) ona dedim ki: Daru'l-harb'den bir kadının malını
ganimet olarak alır mısın, onu esir eder misin, cariye olarak alıkoyar mısın?
"Evet" dedi.
Dedim ki: Peki, bunu
daru'l-İslam'daki mürted kadına uygular mısın?
"Hayır" dedi.
Dedim ki: O halde iki
açıdan birbirlerine benzemeyen şeyleri nasıl birbirleriyle kıyas edebi1iyorsun?
İmam Şafii (Allah rahmet
etsin) şöyle dedi: Bazıları şöyle demişlerdir: Bir adam İslam'dan döner ve
bundan dolayı öldürülürse veya irtidat üzere ölürse yahut kaçıp daru'l-harbe
sığınırsa, mirasını Müslüman mirasçıları arasında paylaştmrız. Belli bir süre
için aldığı borçlarını öderiz. Sahip olduğu ümmü veledleri ve azat oluşlarını
kendi ölümüne bağladığı kölelerini azat ederiz. Eğer adam tekrar İslam'a
dönerse, daha önce verdiğimiz hiçbir hükümden dönmeyiz. Ancak mirasçılarından
birinin yanında hala malından bir şey kalmış sa onu kendisine iade ederiz,
çünkü onun malıdır. Ama miras payı olarak mirasçılarına verdiğimiz malın
mirasçılar tarafından harcanan kısmının tazminini öngörmeyiz.
İmam Şafii (Allah rahmet
etsin) şöyle dedi: Bu görüşü savunanların en yüksek konumunda olan birine dedim
ki: Sana göre ilmin dört aslı vardır. Bu usullerden en gereklisi ve her zaman
esas alınıp terk edilmemesi gerekeni de Allah'ın Kitabı ve Peygamberi
(s.a.v)'nin sünnetidir. Ama görüyorum ki sen bunların hilafına hareket
ediyorsun. Sonra, sana göre Kitap ve Sünnetten sonra esas alınan ilmi usul,
kıyas ve akıldır. Ama sen kıyas ve akla da muhalefet ediyor, bu konuda
çelişkili bir söz söylüyorsun!
Sonra, benim yaptığım
değerlendirmeyi daha da güçlü kılan şeyler söyledi. Bunun üzerine ona dedim ki:
Yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Senden fetva istiyorlar. De ki: Allah, size
'keliile (babasız ve çocuksuz kimse)'nin mirası hakkında hükmünü açıklıyor:
çocuğu olmayan bir kişi ölür de kız kardeşi bulunursa, bıraktığı malın yarısı
onundur. Eğer kız kardeşi ölür ve çocuğu da bulunmazsa, erkek kardeş ona varis
olur. Eğer kız kardeşler iki iseler, (erkek kardeşin) bıraktığının üçte ikisi
onlarındır. Eğer kardeşler erkekli kızb iseler, o zaman (bir) erkeğe, iki kızın
hissesi kadar (pay) vardır. Sapmayasınız diye Allah size (hükmünü) açıklıyor.
Allah, her şeyi hakkıyla bilendir." (Nisa, 176) Bunun dışındaki diğer
miras ayetleri de göz önünde bulundurulabilir. Bu ayette yüce Allah'ın,
yaşayanları, ölen kimselerin hayattayken sahip oldukları mallara sahip
kıldığını görmüyor musun? "Evet" dedi.
Dedim ki: Hayatta
olanlar ölenlerden farklıdır değil mi? "Evet" dedi.
Dedim ki: Peki, şuna ne
dersin; bizim sınır birliklerimizden birindeyken irtidat eden biri düşman
(ehl-i harb) birliklerinin gözcü grubuna katılsa, böylece bizimle savaşsa veya
rahip olarak kendini riyazete verse yahut inzivaya çekiIse bu yüzden yaşadığı
bilinmese, yaşadığı halde bu adam hakkında nasıl ölüymüş gibi hüküm verirsin?
Bunu bir rivayete göre mi, yoksa kıyas yaparak mı söylüyorsun?
Dedi ki: Benim dediğim,
rivayete dayanıyor.
Dedim ki: Ömer b. Hattab
ve Osman b. Affan'ın, kocası kayıp bir kadın hakkında dört sene kendisini
gözetim altında tuttuklarını, sonunda iddet beklemesini istediklerini ve adamın
malıyla ilgili olarak herhangi bir hüküm vermediklerini nasıl bilmezsin?
Sonra dedim ki:
Subhanallah! Bu adam hakkında ölmüş gibi bir hüküm vermek caiz olur mu? Kaldı
ki bu adamın ölmüş olması daha galip bir ihtimalken? Çünkü (az bir ihtimal de
olsa) adam ölmemiş olabilir. Böyle bir durumda, ancak yakine göre hüküm
verilir. Sen ise aynı gün içinde tamamen kendi şahsi görüşüne dayanarak adam
hakkında ölmüş hükmü veriyorsun, sonra da hakkında çelişkili sözler
söylüyorsun!
Dedi ki: Bu görüşü esas
alıp onu yakalayarak öldürmeme ne dersin? Dedim ki: Yakaladığın halde onu
öldürmeyebilirsin. Mesela saçma sapan konuşmasına sebep olan Zatu'l-Cenb
hastalığına yakalanmış olabilir veya (sonradan) dilsiz olabilir. Böyle birini,
kendine gelinceye kadar öldüremezsin. Kendine geldiğinde de tevbeye davet etmek
durumundasın. "Evet" dedi.
Dedim ki: Sence, onu
yakalayıp öldürdüğünde, sen henüz onu yakalamamış ve öldürmemişken ona ölü
hükmünü vermen mi gerekir? Çünkü onu yakaladığın zaman öldürmeyebilirsin, onu
yakaladıktan sonra tevbe debilir veya dilsizlik hastalığına yakalanabilir.
Dedi ki: Ben şöyle
derim: Adam irtidat edip daru'l-harbe katılırsa, onun hükmü ölümdür.
Dedim ki: Habersiz
yaşayana ölü denebilir mi? Eğer bu senin için caiz olursa senden başkası için
de benzeri caiz olur. Ayrıca artık cahiller de helal ve haram hakkında
konuşmaya başladar.
Dedi ki: Böyle yapmaları
doğru değildir. Dedim ki: Niçin?
Dedi ki: Çünkü ilim
ehlinin Kitaba, sünnete, üzerine icma edilmiş bir kurala, rivayete, kıyasa ya
da makule göre konuşmaları gerekir. İnsanların bildiği başka şeylere göre
konuşamazlar. Ancak bunları Kitap, sünnet, icma veya rivayetin birbirinden
ayırması başka. Kıyasta ihtilaf olması caiz değildir.
Dedim ki: Bu sünnet
midir? "Evet" dedi.
Dedim ki: O zaman bu
dediğin Kitaba, kıyasa ve akla aykındır.
Dedi ki: Neresi kıyasa
aykındır?
Dedim ki: Sence, bu adam
irtidat edip daru'l-harbe katılırsa ve sen de onun hakkında ölüm hükmünü vermek
zorunda olduğunu düşünürsen, bu adam döndüğünde hükmü geri almak zorunda
kalırsın. Çünkü sen bu hükmü verdiğinde adam o sene gelirse hükmü terk edersin
ve malı hakkında on sene boyunca bir karar veremezsin. Sonra adam tevbe ederek
gelirse ve malını senden isterse, sen de onun malı hakkında ölüm hükmü verdiğin
halde malı ona teslim edersin. Sana şöyle der: "Bu malı on sene sonra bize
vermen gerekir."
Dedi ki: Bu malı onlara
vermem, malın sahibi, diğerlerine göre hak sahibidir.
Ona dedim ki: Eğer malı
daha önce verdiğin kimseler deseler ki:
"Malı bize vermek
zorundasın, malı bize vermenden başkası helal olmaz. Eğer ancak adamın ölmesi
durumunda bunu yapman gerekiyorsa, biz bu durumda malı, bize verdiğin kısmını
sana da, bize de helal olmayan bir durumda iade etmiş oluruz.
İmam Şafii (Allah rahmet
etsin) dedi ki: Ona dedim ki: Düşün, diyelim ki, onun hakkında ölüm hükmü
verdin, o hüküm mutlaka uygulanması gereken bir hüküm müdür? Yoksa onun
hakkında verilen bu hüküm, dönmesine kadar durdurulmuş mudur?
Dedi ki: Bunu
kesinleşmiş bir şekilde söyleyemem.
Dedim ki: Yoksa hükmü
gerekli kılan ve bizim de tabi olmamız gereken bir hükme dayanarak mı ayırım
yapıyorsun? "Hayır" dedi.
Bunun üzerine dedim ki:
Sana göre bu şekilde davrananların tavrı doğru mudur?
"Hayır" dedi.
Dedim ki: Şu sözüne de
bir bakar mısın? "Üç sene sonra ödemek üzere borcu varsa ve bu adam
daru'l-harbe katılırsa, alacaklının borcunu, miktarı yüz bin dinar olan
alacağını öderim. Ümmü veled olan cariyelerini, işlerini yürüten köleleri azat
ederim. Mirasını da oğulları arasında payederim." Diyelim ki her birine
bin dinar düştü. Bunlardan biri payını tüketti. Diğeri ise olduğu gibi korudu.
Sonra adam aynı gün veya ertesi gün tekrar Müslüman olmuş olarak geri dönüp
dedi ki: "Malımı geri ver. Bunlar benim ümmü veledlerim, şunlar işlerimi
yürüten kölelerim. Şu da benim alacaklım, bendeki alacağını olduğu gibi
gösterebilir, çünkü hiçbir değişiklik yapmadım. Şunlar da benim iki oğlum.
Birinin yanındaki malım olduğu gibi duruyor, öbürü ise bana sırt dönüp malımı
tüketmiş." Şimdi sen ne yaparsın?
Dedi ki: Ona şöyle
derim: Bir kere hüküm verildi ve artık geri dönülmez. Ama malını tüketmeyen
oğlunun elindekini verebilirim.
Dedim ki: Adam sana,
"Neden malımın tamamını değil sadece bu kısmını veriyorsun?" derse ne
yaparsın?
Dedi ki: Derim ki, bu
bizzat senin malındır.
Dedim ki: İşlerini
yürüten köleler, ümmü veledler ve vadesi henüz dolmamış borçları da aynıyla
onun malıdır, onları da ver.
Dedi ki: Veremem, çünkü
hüküm verildi ve uygulandı. Dedim ki: Oğullarına verdiklerin de uygulandı ama?
"Evet" dedi.
Dedim ki: Bir tane hüküm
verdin. Eğer doğru olan, hükmü uygulamaksa tümünü uygula, şayet doğru olan,
malı iade etmekse tümünü iade et.
Dedi ki: Aynıyle
bulduğum malı iade edebilirim.
Dedim ki: O halde vadeli
borcunu, işlerini yürüten kölelerini ve ümmü veledlerini de iade et.
Dedi ki: Varislerinin
yanında olduğu gibi duran mallarını ancak iade edebilirim.
Dedim ki: Sence bu bir
cevap mıdır? Ancak, "Sünnet nerede kaldı?" diyebildi.
İmam Şafii (Allah rahmet
etsin) şöyle dedi: Ona dedim ki: Bize Malik, İbn Şihab'dan; o, Ali b.
Hüseyin'den; o, Amr b. Osman'dan; o da Usame b. Zeyd'den Resulullah (s.a.v)'in
şöyle buyurduğunu rivayet etti: "Müslüman, kafire mirasçı olmaz. "
Tahric: Muvatta, 2/519.
İmam Şafii (Allah rahmet
etsin) şöyle dedi: Bize Süfyan anlattı: O, Zühri'den; o, Ali b. Hüseyin'den; o,
Amr b. Osman'dan; o, Usame b. Zeyd'den; o da Resulullah (s.a.v)'den benzeri bir
hadisi rivayet etmiştir.
Tahric: Buhari, 4/243;
Müslim, 3/1233.
Dedim ki: Bu durumda
mürted, kafir midir, yoksa Müslüman mı?
Dedi ki: Kafirdir, zaten
bundan dolayı hakkında ölüm hükmünü verdik.
Dedim ki: Sen sünnetin
şu hükmünü duymadın mı: "Müslüman, kafire mirasçı olmaz?"
Dedi ki: Biz Ali b. Ebu
Talib'den rivayet ettik ki: "O, öldürdüğü bir mürtedin mirasını Müslüman
mirasçıları arasında taksim etmiştir."
Dedim ki: Sana ve senden
başkalarına duyuruyorum ki, Ali b. Ebu Talib'den rivayet edildiğini iddia
ettiğiniz haber yanlıştır. Hadis hafızları bunu hadisler kapsamında rivayet
etmemişlerdir.
Dedi ki: Bu rivayeti
güvenilir kimseler aktarmıştır. Biz bir şeye delile dayalı olarak yanlış deriz,
bu ise zandır.
Dedim ki: Güvenilir biri
olan es-Sakafi, Cafer b. Muhammed'den; o, babasından (r.a); o da Cabir'den
rivayet etmiştir ki: Resulullah (s.a.v), şahid olduğu halde yemin de edilmesine
hükmetti.
Tahric: Muvatta,
1/721;Tirmizi, 3/619; ibn Mace, 2/793.
Dedim ki: Hadis
hafızları "Cabir"i zikretmemişler. Bu da gösteriyor ki bu yanlıştır.
Şimdi biz senin delilini sana karşı kullansak ve desek ki: "Bu zandır,
es-Sakafi (aksini yapsa da, kuşkuya düşse de) güvenilirdir, ne dersin?"
Dedi ki: İnsaf1ı
davranmamış olursun.
Dedim ki: Sen de insaflı
davranmadın. Çünkü hadis hafızlarının mürtedin malının payedilmesini içermeyen
bu hadisi Ali (r.a)'dan rivayet ettiklerini söyledin. Ben de bunun yanlış
olduğunu söyledim. Ama sen bunu delilolarak kuIlandın.
Dedi ki: Peki, bu
rivayet sabit olursa ne yaparsın?
Dedim ki: Bizim de,
senin de, ilim ehlinin de temel ilkesi şudur: Bir şey Resulullah (s.a.v)'den
sabit olduğu zaman, başkalarından sabit olan aksi bir şey -sayısı çok olsa da-
delilolamaz.
"Evet" dedi ve
şunu ekledi: Ama ben diyorum ki: Resulullah (s.a.v)'in "Müslüman, kdfire
mirasçı olmaz. " sözü, hiç Müslüman olmayan kastedilmiş olabilir.
İmam Şafii (Allah rahmet
etsin) şöyle dedi: Dedim ki: Bunu hadisten bir delile dayanarak mı söylüyorsun?
"Hayır, ama Ali
(r.a.) bunu daha iyi bilir." dedi.
Dedim ki: Ali (r.a.)
bunu Resulullah (s.a.v)'den mi rivayet etti? Eğer Resulullah (s.a.v)'den
rivayet etmişse, biz şöyle diyoruz: "Ali, Resulullah (s.a.v)'den rivayet
ettiği her şeyin manasını bilirdi, dolayısıyla senin dediğine yönelik bir
tevcih olabilir?"
Dedi ki: Bunu Resulullah
(s.a.v)'den rivayet ettiğine dair bir şey bilmıyorum.
Dedim ki: Bunu duymamış
olması da mümkün müdür? "Evet" dedi.
İmam Şafii (Allah rahmet
etsin) şöyle dedi: Ona dedim ki: Sence bunda senin görüşünü destekleyecek bir
delil var mı?
"Hayır, böyle bir şeyden
Ali (r.a)'ın haberinin olmamış olması kuşkusu da var elbette." dedi.
Dedim ki: Ama sen kuşku
değil de kesin bir rivayet olarak aktanyordun?
Rivayete göre Resulullah
(s.a.v), Birva binti Vaşık için eşlerinin mehri / mihri miktarınca mehir
almasına hükmetmiştir. Birva mehirsiz nik:1hlanmış, Peygamberimiz (s.a.v) bunun
aksine hükmetmiş ve o da duymuştu.26!
Tahric: Ebu Davud,
2/588; Tirmizi, 3/441-442; İbn Mace, 1/609; Sünen, Said ibn Mansur, 1/266.
Ali (r.a)'ın sözünün
benzerini İbn Ömer, Zeyd b. Sabit ve İbn Abbas da demiştir.
Dedim ki: Hiçbirinin
delili yoktur. Hz. Peygamber (s.a.v)'den aktarılan sözde de.
Dedim ki: Eğer biri sana
dese ki: Bunu Zeyd'in, İbn Ömer'in ve İbn Abbas'ın demiş olması mümkündür.
Çünkü onlar Resulullah (s.a.v)'in, Birva'nın kocasının nik:1h akdinden sonra
mehrini belirlediğini biliyorlardı. Bundan dolayı Ma'kel, nik:1h akdinin mehrin
belirlenmesinden sonra olduğunu hıfzetmiş. Bunlar da mehrin belirlenmesinin
duhuldan (cinsel birleşmeden) sonra olduğunu düşünmüşler.
Dedi ki: Hadiste
Ma'kel'den söz edilmiyor. Bunlar da rivayet etmemişler ki onun rivayetine göre
fikir beyan etmiş olsunlar. Bilakis biz bu konuda bir rivayet ortaya çıkıncaya
kadar görüşümüze göre böyle diyoruz, demişlerdir.
İmam Şafii (Allah rahmet
etsin) dedi ki: Niçin Ali'den mürtedle ilgili olarak rivayet ettiğin de böyle
olmasın?
Ona dedim ki: Muaz b.
Cebel, Müslümanı k:1fire mirasçı yapardı, Muaviye, İbn Müseyyeb, Muhammed b.
Ali ve başkaları da. Bazıları şöyle demişlerdir: Biz onlara mirasçı oluruz, ama
onlar bize mirasçı olamazlar. Nitekim kadınları bizlere helaldir, ama bizim
kadınlarımızın onlarla evlenmesi helal değildir.
Tahric: Ebu Davud,
3/329; Sünen, Darimi, 2/267; Sünen, Said b. Mansur, 1/86.
Biri sana dese ki: Muaz
b. Cebel, Resulullah (s.a.v)'in ashabından ilim sahibi biridir. Resulullah
(s.a.v)'in "Müslüman, kafire mirasçı olmaz. " hadisinin
putperestlerle ilgili olması muhtemeldir. Çünkü hükümlerin çoğunluğu onlarla
ilgilidir. Mesela onların kadınlarıyla
evlenmek helal değildir. Ama bir Müslüman ehl-i kitaptan kafirlere
mirasçı olabilir. Çünkü onlardan bir kadınla evlenmesi caizdir.
Dedi ki: Böyle diyemez.
Hadis, onun işaret ettiği anlamın fazlasını içeriyor. Muaz, hadisin içermesi
muhtemel olan bir görüşü ifade etmiş olsa da hüccet değildir. Çünkü bu sözünde
hadis rivayet etmiyor.
Dedim ki: O zaman biz de
sana şöyle deriz: Muaz bunu bilmiyor ve Usame b. Zeyd rivayet ediyor öyle mi?
"Evet" dedi.
İman edip Resulullah (s.a.v)'in ashabı olmadan önce ifade edilip uygulanmış bir
sünneti bilmeyebilir. Buna karşılık ondan daha sonra Müslüman olan ve sünnetin
varid olduğu esnada sohbette bulunan bir başkası bilebilir.
İmam Şafii (Allah rahmet
etsin) dedi ki: Ona dedim ki: O zaman bunu niye mürtedle ilgili konuda
söylemiyorsun?
İmam Şafii (Allah rahmet
etsin) dedi ki: Burada konuşma bitti. Bir süre sonra şöyle dedi: Peki, sen niye
mürtedin malı ganimet olur, diyorsun?
Dedim ki: Yüce Allah,
müminin kanını ve malını, daima taşıması gereken bir özellikten (imandan)
dolayı haram kılmıştır. Kafirin kanını ve malını da cizye vermesi veya bir
süreliğine eman verilmiş olması hariç, mubah kılmıştır. Buluğ çağına ermiş
müşrikin kanının mubah olmasını gerektiren şey, malının da mubah olmasını
gerektirir. Mal, maldan daha önemli ve değerli olan şeye tabidir.
Mürted de İslam'dan
çıkınca, küfürden dolayı kanı mubah olan biri olur, başka bir şeyden değiL.
Malı da zaten kanının hükmüne tabidir. Yani kanının mubah olmasını gerektiren
şeyden dolayı malı da mubah olur. Yani İslam akdinin çözülmesi neticesinde kanı
mubah ve malı da alıkonuyor değildir, küfre girmesinden dolayı oluyordur.
İmam Şafii (Allah rahmet
etsin) dedi ki: Bunun üzerine dedi ki: Mürtedi daru'l-harb ehline benzetmiştin.
Şimdi ise bir hususta onları birleştiriyor, bir hususta da ayınyorsun.
Dedim ki: Nedir bu?
Dedi ki: Mürted
ölmedikçe veya yakalayıp öldürmedikçe malını ganimet saymıyorsun. Oysa
daru'l-harbe mensup biri ölmeden veya yakalayıp öldürmeden malını ganimet
alabiliyorsun
İmam Şafii (Allah rahmet
etsin) dedi ki: Ona dedim ki: Daru'l-harb ehliyle ilgili iki hüküm var: Bunlar
ya kendilerine davet ulaşmış kimselerdir, bu takdirde bunlara saldınr, davet
etme gereğini duymadan mallarını alınm, onları öldürmesem de. Ya da kendilerine
davet ulaşmamış kimselerdir, bu durumda da onları İslam'a davet etmedikçe
üzerlerine saldırmam, davet etmedikçe malını ganimet olarak almam. Daveti
reddederse kanı da, malı da helal olur. Mürtedle ilgili de davet gerekli olduğu
için davet edilmedikçe malı ganimet olarak alınmaz. Daveti reddedince de
öldürülür ve malı da ganimet olarak alınır.
Sonraki için tıkla: